ÖzGüR GüNeŞ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

FUTBOL: SPORDAN BAŞKA HER ŞEY

Aşağa gitmek

FUTBOL: SPORDAN BAŞKA HER ŞEY Empty FUTBOL: SPORDAN BAŞKA HER ŞEY

Mesaj  meso Paz Kas. 18, 2007 1:22 am

Son günlerde Türkiye, İtalya ve İspanya futbolunda ortaya çıkan şiddet, futbolun ne olduğu konusunda düşünmeye itiyor. Futbol bir iktidar mücadelesidir, tarafların aynı anda sahip olamayacağı bir şey olan kazanmak ve istemediği bir şey olan kaybetmek üzerine yürütülen bir mücadele oyunudur. Yani şiddeti tetikleyen gerilimi bünyesinde barındırmaktadır. Futbol fiziksel mücadeleyle yürütülen bir oyun olduğu kadar, duygu ve düşüncelerle yürütülen bir oyundur. Oyunu futbolcular açısından düşündüğümüzde mücadele/yarışma daha çok fizikseldir. Taraftarlar saha içerisine giremeyeceklerine göre, onların mücadelesi duygusaldır, düşünseldir. Saha içerisindeki iki farklı rengin fiziksel mücadele açısından pratik bir yararı var iken, tribünlerdeki iki rengin pratik bir yararının olmayışı duygusal bir mücadele yürütüldüğünü gösteriyor. Sahada bedensel bir karşılaşmanın arkasında duygu ve düşüncelerin bir karşılaşması vardır. Bu mücadelenin fiziksel şiddete dönüşme olasılığı, futbolun niteliklerinden ziyade sahaya taşınan düşüncelerin ve duyguların niteliğiyle ilgilidir.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında İngiliz kolejlerinde gürbüz ve şımarık zengin çocuklarını yorarak, çevreye karşı uyguladıkları fiziksel şiddeti önlemek üzere kullanılan Soccer (Amerikan Futbolu ), futbolun kaba halidir ve fiziksel şiddet içeren bir oyundur. Oyunun şiddet yüklü olmasının verdiği rahatsızlık sonucunda konan kurallar bütünü de futbolu ortaya çıkarmıştır. Elle oynamanın yasaklanması ve rakip oyuncuyla fiziksel temasın sınırlandırılması, oyuna demokratik nitelikler içerilerek, fiziksellik ve kaba kuvvetin kazanmada göreli önemi azalırken, akıl ve beceri aranan nitelik olmuştur. Verili niteliklerin (uzun veya kısa boyluluk) belirleyiciliği azalmış, emeğin, aklın belirleyiciliği artmıştır ve oyuna katılım daha eşitlikçi bir hal almıştır. Futbol basketbol ve voleybol gibi kısa boyluları dışlayan bir oyun değildir. Fiziksel mesafenin korunması, hengâmeden kurtararak oyunun kabalığını azaltmış, ona sükûnet ve akıcılık kazandırmıştır. Futbolun bu olumlu niteliklerine sportmenlik ve fair play (adil oyun) gibi değerlerin yanıda, farklılıkların kabulü, kazanmaktan çok sportmence mücadele gibi toplumsal yararı olan, moral unsurlar da dahil olmuştur. Bunlar insanlar arası iletişimde şiddeti azaltan değerlerdir ve bir sembolik demokratik etkileşim kültürü olan futbol aracılığıyla toplum tarafından içselleştirilmesi mümkündür. Almanya’da mülteci Türk işçi ailelerin evleri ırkçı Almanlar tarafından yakıldığında, S. T. Paule takımının oyuncularının sahaya “faşistleri siktir edin hepimiz kardeşiz” pankartıyla çıkmaları bu anlayışa örnektir. Futbolun ortaya çıkmasında koşullar önemlidir ama futbolun bu demokratik niteliğini kazanmasında şiddete karşı kaygılar ve alınan önlemler de önemliydi.
Eğer kendi düşüncemiz ve duygularımızın mutlaka kazanmasıyla veya üstün olduğumuzu kanıtlamak iddiasıyla futbola dahil olursak, duygusal ve düşünsel bir savaşın ortasındayız demektir. Tam da bu durumda futbolun toplumsal yararlarını dışlamış oluyoruz. Bu durum Türkiye İsviçre maçında çok net olarak görüldü. Köşe yazarlarının futbolun söz konusu niteliklerine ters düşen önerileri çoktu. Aslında günlük spor haberlerine ve futbolu çevreleyen davranışların niteliğine şöyle bir baktığımızda, milliyetçi, ırkçı, militarist söylemlerin ve ekonomik yaklaşımların futbol üzerinde egemen olduğu görülecektir. Hiyerarşi, feda, maçın sonucuna bağlı kadercilik, militarist norm ve değerler uzun zamandan beri irrasyonel, cemaatçi sembolik etkileşim kültürünü yaygınlaştırıyor. Yenilgi durumunda hainlerden, yenme durumundaysa kahramanlardan söz ediliyor oluşu tam durumla ilgilidir.
Futbol televizyon üzerinden pazarlanan bir ürün haline gelince ve onun zorunlu sonucu olan, toplumsal yarardan arındırılınca, daha çok kârı ve satışı hedeflemek de olağan hale geliyor. Sansasyonlar ve dramatizasyonla izlenme oranlarını arttırma taktikleri, irrasyonel bağları güçlendirerek şiddetin/holiganizmin yükselmesine neden oluyor. Şiddetin asıl nedeni dışlanarak faturanın holiganlara çıkarılması da kafaları bulandırma işlevi görüyor. Velhasıl suçluluk durumu istisnai ve kişisel bir şeymiş gibi sunuluyor... Bu koşullarda ‘demokratik söylem‘ de sorunu yumuşatıp, hikâyeleştirmeye yarıyor.
Futbolun ekonomik ve siyasi amaçlar doğrultusunda düzenlenmesi trajikomik tartışmalara da vesile oluyor. AKP’li belediye başkanı Sabri Uğur, İdea’nın haram olduğu için yasaklanmasını isterken, spordan sorumlu devlet bakanı Mehmet Ali Şahin, sporu ayakta tutan yeğene finansman aracı olduğunu söylüyor. Oysa sözü dolandırmadan, ideanın futbol üzerinden oynanan bir kumar olduğunun söylenmesi gerekirdi... Eğer kumar olumsuz bir şey, kötü bir alışkanlıksa, sporun toplumu kötü alışkanlıklardan uzak tutması gerekmez mi? Futbol aracılığıyla emek harcayarak, çalışarak kazanma düşüncesinin yerini, emek harcamadan köşe dönme “bilincinin” yerleşmesi sağlanıyor...
Futbolcular arasına öteden beri iki yüzlülük sirayet etmişti. Hakemlerin görmediği durumlarda faul yapmak, yerde yatan oyuncuya tekme atmak, küfür etmek revaçta iken, hakemin gördüğü durumlarda yanak okşamalar ve düşeni sevecen bir tarzda yerden kaldırmak, vb. oldukça yaygın davranış biçimleridir...
Mario Osova’nın da belirttiği gibi, dünya kupalarında milli takımların çoğunun teknik direktörü yabancı. Oyuncuların bir kısmı devşirme veya çifte vatandaşlık hakkına sahip. Milli takım oyuncularının çoğu Avrupa’da top oynuyor. Bu faydacı yaklaşımın bir sonucu olarak yerel çeşitlilikler artık ortadan kalkıyor. Alman disiplini, Arjantin zalimliği, İngiliz serinkanlılığı, Brezilya yaratıcılığı, İspanyol ateşliliği, Asyalı sabrı sahaya artık eskisi gibi belirgin bir biçimde yansımıyor. Şimdilerde bu özellikler sadece belli bir ülkeye özgü değil.
Erozyona uğrayan bir değer de, oyuna saha dışından müdahale edilmeme ilkesidir. Artık bu ilkenin de pek önemi kalmamıştır. Mafyanın şike için müdahaleleri, Evren’in talimatıyla Ankara Gücünü ikinci ligden birinci lige çıkarılması ve Deniz ******’ın Diyarbakır ve Samsun Spor’un ligde kalmasını ısrarla istemesi, günümüzde siyasilerin kendi takımları için kulis yapmalarına kadar varmıştır.

Artık taraftarların da bir ekonomik değeri vardır. Taraftarı fazla olan takımlar reklamcılar için daha cazip olduğu için yayın hakları daha yüksek fiyatlara satılabilmektedir, yani taraftar veya seyirci satılabilen bir ürün haline gelmiştir. Parayla satılan taraftar kimlikleri/kartları, taraftar dergisi, taraftar mağazaları vb... Maç yayınlarının parayla satılması, geliri az olan gençleri bedava bilet yoluyla yönetime bağlı hale getirmiş veya temiz havanın değil sığaranın bol olduğu kahve köşelerine itmiştir.
1980’den itibaren yayın hakları satışı, lig sayılarının artması, liglerin ulusal düzeyden uluslararası düzeye taşınması, futbol programları gibi bir dizi düzenlemelerle, artık piyasa mantığı futbola bütünüyle egemen olmuş durumdadır. Futbolun insanlar açısından bir kullanım değeri vardır. Oysa futbol yukarıda bahsettiğim gibi, kişiler ve toplumlar arasındaki sembolik etkileşimde demokratik değerleri yaygınlaştırmanın bir aracı olabilirdi. Televizyon [medya] aracılığıyla milliyetçi ve ekonomik amaçlara tabi olan futbol, bu ihtiyaçları çarpıtılmış bir şekilde sağlıyor, artık bireyin “değer ölçüsü” yenme ve yenilme üzerine kuruluyor. Yenenlerin önemsendiği yenilenlerin önemsizleştiği koşullarda kimse yenilmek istemiyor, futbol kıskançlık, çekememezlik, üstünlük- alçaklık duygularını körükleyen bir sosyal etkinlik halini alıyor. Oysa, başkalarının mutsuzluğu üzerine inşa edilen mutluluk çarpıtılmış, sakat bir mutluluk değil midir?
meso
meso
Alıştı bir kere :)
Alıştı bir kere :)

Mesaj Sayısı : 584
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 06/10/07

http://ozgurgunes.forunotion.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz